KAYBOLAN BİR CENNET: PINARBAŞI
ESKİ CAMİİ YAPIM TARİHİ BİLİNMİYOR
ESKİ PINARBAŞI MEZARLIĞI BUGÜN YENİ VE OSMANLI MEZARLARINI BARINDIRIYOR
PINARBAŞI MEZARLIĞINDAN ESKİ BİR BAYAN MEZAR TAŞI
PINARBAŞI MEZARLIĞINDAN ESKİ BİR BAYAN MEZAR TAŞI
PINARBAŞI MEZARLIĞINDAN ESKİ BİR BAYAN MEZAR TAŞI
PINARBAŞI MEZARLIĞINDAN ESKİ BİR BAYAN MEZAR TAŞI
Tarihi Osmanlı Hamamı
Pınarbaşı Höyüğü binlerce yıllık kalıntıları barındırıyor içinde
Son kalan yeşil alanlar
ESKİ EVLERDEN SON BİR KAÇ ÖRNEK
GİRİTLİ BİR AİLE PİKNİKTE
ESKİ BİR EVDEN KÖŞE DETAYI TAŞLARDAN DEVŞİRME MALZEME KULLANILDIĞI BELLİ
BİR ZAMANLAR KİLİSENİN OLDUĞU ALAN
TARİHİ HAMAM
KAYBOLAN BİR CENNET: PINARBAŞI
Bu Yazıyı Sevgili Eşim DERYA'ya adıyorum......
Pınarbaşı denilince çoğumuzun aklına sanayi tesislerinin yoğun olduğu bir bölge, kimine ise yarış pisti gelecektir. Oysaki Pınarbaşı Bornovanın hatta İzmirin kaybolmuş cennetidir desek yalan olmaz. Ama şu anda insanlara bunu inandırmak biraz zor olacaktır.
Pınarbaşı köyü, şimdilerde İzmir'in Bornova ilçesinin güney batısında kalan, sınırları içersinde 3 mahalle olan bir belde konumundadır.
Pınarbaşındaki yerleşimin başlangıcı Pınarbaşı Köyünün 500 m kuzeybatısındaki Tepebağ Höyüğünde saklıdır.
Küçük bir höyük olanTepebağ Höyüğü geç kalkolitik çağdan geç roma dönemine kadar yoğun bir iskan görmüştür.
Olympos Dağlarının eteklerinde ki bu yerleşim antik çağda Peryklistra olarak anılıyordu. Smyrna kentinin (Bayraklı) Lidyalılar tarafından tahrip edilmesinden sonra Eski İzmir halkı Büyük İskenderin yeni İzmir şehrini Kadifekale eteklerinde kurmasına değin dağınık olarak 400 yıl etraf köylerde yaşamıştı. Bunlardan biriside Pınarbaşı idi.
Pınarbaşı köyünün batısında Roma çağından kalma yol izleri yakın zamana kadar gözükmekte imiş. Bu yol İzmir’e kadar gitmekte ve bir çeyrek saat yürüyüş uzaklıkta çam ve servilerden oluşan güzel bir orman içerisinde çok geniş bir Türk mezarlığının içinden geçermiş. Bu mezarlığın bütünü ise antik çağdan kalma yıkıntılar ile kaplıymış. Bu antik taşlar Vali Kazım DİRİK döneminde Pınarbaşı ve Işıklar ilkokullarının inşasında kullanılmış, yine Osmanlı mezarlığının mezar taşları da sökülüp bilinmeyen bir yere götürülmüştür.
Pınarbaşı köyünde 1800’lü yılların sonunda 250 rum, 150 türk ve 100 yahudi ailesinin yaşamakta olduğu bilgisine ulaşıyoruz kaynaklardan.
Rumlar tarafından Pınarbaşında 1832 yılında Azize Helena Kilisesi inşa edilmiş ve bu kilisenin avlusunda da bir rum okulu inşa edilmişti. Cumhuriyet dönemine kadar ise Türklere ait bir okul bulunmuyordu. Şu anda bu kiliseden ve bu rum okulundan hiçbir iz kalmamıştır.
Pınarbaşı bölgesi şehire yakınlığına rağmen yeşil dokusu, tertemiz suları, serin havası ile İzmirli Levantenlerin de uğrak ziyaret alanlarından birisi idi. Aynı zamanda çevredeki dağlarda bol miktarda yaban domuzu, tavşan ve av kuşları burayı av sever levantenler için daha da çekici kılıyordu.
O günlerden kalan nadir güzelliklerden birisi köyün batısında bulunan ve hala yaşayan ulu çınarlardır. Büyük çınarlarla çevrili, duru ve serin suların arklarından akıp geçtiği bu meydancık halen durmaktadır.
Eskiden Pınarbaşının her tarafında en güzel çeşidinden nar ağaçlarının bulunduğu geniş bahçeler, aralarından dereciklerin geçtiği ceviz ağacı ormanları bulunurmuş.
Nar, ayva, ceviz, şeftali ve kayısı bahçeleri ile dolu Pınarbaşı, her yıl “Nar Festivali” ile de ünlü imiş. Hatta bu festival uluslar arası bir festivale dönüşürmüş. Zaten Pınarbaşı narının en büyük alıcısı Mısır ülkesiymiş. Bu nar bayramı 1960’lı yıllara kadar sürmüştür. Ekim ayı başlarında olan bu festival binlerce İzmirlinin akınına da uğrardı. Her tarafa yayılmış piknikçiler Pınarbaşının tanıdık görüntüsüydü.
Tekrar uzak tarihine dönersek Pınarbaşının 18. ve 19’uncu yüzyılda yöreye gelen araştırmacı ve seyyahlar antik döneme ait çeşitli yazıtlardan ve mimari eserlerden bahseder. Bu gün bunlara ait pek bir iz olmasa da bahsedilen bu kalıntılar antik çağda yörede bir antik yerleşim olduğunun kanıtlarıdır. Bir zamanlar doğudan İzmir’e giden yollardan biriside bu istikametden geçiyordu. Hemen hemen bu gün ki Kemalpaşa Caddesini takip eden bu yol Basmane semtinde İzmir’e ulaşıyordu.
13’üncü yüzyılda bu güzel ve sulak yöreyi Dördüncü Haçlı Seferi'ne çıkmak üzere Latin'lerin 1204 yılında Konstantinopolis'e gelip; şehri kuşatıp; talan edip; kendi Katolik Hıristiyanlar idaresinde Latin İmparatorluğu'nu kurduktan sonra, İstanbuldan kaçan I.Teodor Laskaris tarafından kurulan İznik Rum İmparatorluğunun resmen, kültürel ve dinsel başşehri İznik (o zamanki Nicaea) olmakla beraber, ikinci hükümdar olan III. Yannis Dukas Vatatzes ve sonraki imparatorlar hükümdar sarayı yerleşkesi ve efektif idari merkezi olarak Kemalpaşa’yı (o zamanki Nymphaneum) kullanmışlar ve bu imparatorluk Kemalpaşa’dan idare edilmiştir. Kemalpaşa’da kışlık sarayı olan bu devletin yazlık sarayı ise Pınarbaşında idi.
III. Yannis Dukas Vatatzes, Pınarbaşı ve yöresini çok seviyordu. Öyle ki Nif Dağının yukarı yamaçlarında çok büyük topraklar bağışladığı Lembos Manastırını inşa ettirmişti. Çok önemli bir dinsel ve kültürel merkez olan bu manastırda yer alan kayıtlar sayesinde bu gün ki İzmir’in Bizans dönemindeki yerleşim yerlerini öğreniyoruz. Bornova sırtlarındaki Amanaralı Meryem Ana Manastırı da bu manastıra bağlıydı.
Şu anda yeri tam bilinmeyen bu manastırın Pınarbaşının yaslandığı Nif dağının Kurutepe zirvesinde olduğu düşünülüyor ve manastır ile saray 13.yy’da başlayan Türkmen akınları sırasında yıkılmış olmalıdır.
Bu tarihten sonra yörede Türkmen akınlarını ve yerleşimlerini görüyoruz. Bu döneme ait şu anda yanına yeni bir camii yapılarak, yenilendiği için özgünlüğünü yitiren halk arasında Selçuklu Minaresi olarak bilinen minare yıkıntısı Anadolu Beylikleri dönemine ait olmalıdır.
Osmanlı döneminde Rum ve Türklerin hatta Musevilerin birlikte yaşadığı Pınarbaşı köyü kırsal bir yerleşim olarak gözükmekle birlikte Osmanlı Döneminden kalma hamam burasının sıradan bir köy olmadığını göstermektedir. 15 yüzyılda yapıldığı belirlenen bu hamam 443 metrekarelik arazi içinde yer alan bu tarihi hamam günümüzde restorasyon kapsamına alınmıştır.
1530 yılında Pınarbaşı Köyünde Şuca Dede Zaviyesi adında bir zaviye olduğu kaynaklarda görülmektedir. Söz konusu Şuca Dede yatırı ise Pınarbaşı yamaçlarındadır.
Sık sık eşkıya saldırısına uğrayan Pınarbaşı köyü İzmir’in Yunan işgalinden kurtuluşunda zarar görmüş, rum halk ise ayrılmıştır.
1922 öncesi ve sonrası öncelikle yoğun bir Giritli göçü alan Pınarbaşı zamanla Yunanistan ve Balkanlardan gelen ailelere yeni bir yurt olmuştur.
LEVANTEN AİLELER PINARBAŞINDA
LEVANTEN AİLELER PINARBAŞINDA
LEVANTEN AİLELER PINARBAŞINDA ÖĞLE YEMEĞİ
LEVANTEN AİLELER PINARBAŞINA GİDERKEN YOLDA
LEVANTEN AİLELER PINARBAŞINDA SAĞ YANDA HAMAM GÖZÜKMEKTE
1950’lere kadar tarımla uğraşan Pınarbaşı yakınlarında açılan Çimentaş, sonrasında da bir çok ünlü ve ünsüz markanın sanayi tesisleri açtığı bir yer haline gelir. Tarlalar, bahçeler bir bir fabrika olur, bu fabrikalar Türkiyenin her yerinden göç getirir. Nüfus artar, yeşillikler bir bir gri bir renk alır.
Tüm bunlara rağmen Pınarbaşında son yıllarda güzel bir haftasonu yada yaz akşamı geçirilebilecek yerler açıldı. İsterseniz de Nif Dağına doğru bir yürüyüş yapabilirsiniz. Köyün içinde hala eski Pınarbaşından kalmış eski evler var. Tarihi hamam meraklılar için görmeye değer. Kim bilir belki bir gün meşhur Lembos Manastırıda bulunur.
Evren ÜNLÜ
EN SON GÜNCELLEME 09.02.2014
KAYNAKÇA :
http://www.envanter.gov.tr/files/belge/A2ASR_0031.pdf
http://levantineheritage.com/smyrna.htm
Destanlar Çağından 19.Yüzyıla İzmir Konstantinos OIKONOMOS/BONAVENTURE F.SLAARS (Bilge UMAR çevirisi)
Yorumlar
Pınarbaşı'na verdiğin kıymetten dolayı teşekkür ederim. Tüm Pınarbaşı halkı adına; Bu katkıların bizi ne kadar mutlu ettiğini bilemezsin. Sana ve eşine buradan teşekkür etmek isterim. Pınarbaşı tarihinin gün ışığına çıkmasında katkı sağladığından dolayı ayrıca sana şükran duygularımı ifade etmek isterim. Bundan sonraki çalışmalarında başarılar diler, mutlulukların sizlerle olmasını dilerim.
Teşekkürler
Bilgi Sedat Çakır
Teşekkür ederim.